23 Mart 2008 Pazar

Kurumsallaşamamanın tarihi

Önceleri farkedememiştim.

Türkiye’nin bir ucuna yaptığım, gidiş dönüş toplam sekiz saat süren aktarmalı dört uçak yolculuğu, danışmanlık için beni yanına çağıran genç patronla tüm gün boyunca yaptığım görüşmelerin getirdiği 24 saatlik bir yorgunluk dolayısı ile aslında tanık olduklarımın Türkiye’nin kurumsallaşamamasının küçük bir tarihi olduğunu farkedememiştim.

Varılan yeri kısaca özetlemek gerekirse: 25-30 yıllık bir süreçte, markalaşmanın ucuna kadar yaklaşmış bir ürün, etkin ve doğru bir profesyonel yönetimin yapılamaması sonucu bir yıla yakın bir sürede müşterilerinin yarısına yakınını kaybetmiş ve alacaklılarının yasal takibine uğramış durumdaydı. Şirketi yaşlı sahibinden devralan genç patron, ilerisi için neler yapabileceğini araştırıyordu.

Günün sonunda genç patronun yanından ayrılmadan önce, satın aldığı firmanın binasının olduğu Organize Sanayi Bölgesine gittik. Alacaklıların takibinde artık havluyu atmış olan firmanın, eski görkemli binasından geriye pek bir şey kalmamıştı. Camları aşağı inmiş, yerlerde eski fatura parçalarının savrulduğu kir pas içerisindeki binada, yeni geleceklerini umutla bekleyen işçiler, düşük çapta da olsa üretimi sürdürüyorlardı. İşçilerin arasında kısmen daha iyi giyimli, ancak onlardan daha yoğun bir tempoda çalışarak, üretilen ürünlerin son kontrollarını yapan yetmişli yaşlarda birisini gördüm. Sorduğumda beklediğim yanıtı aldım: firmanın eski sahibi idi.

Bu koşullarda olmasına rağmen, bu motivasyonla karşılaşmak oldukça etkileyici. Sanırım Türkiye’nin girişimcilik ve üretim alanında bir çok ülkeye göre ileride olmasının nedeni bu. Ancak yine de bunca emeğin ve bunca harcanan zamanın, sadece profesyonel yönetim eksikliği ve kurumsallaşamama nedeniyle heba olma tehlikesi yaşamasını hazmetmek oldukça zor.

Hiç yorum yok: